Türkiye'de nüfus konusu ilk kez 1920'de Atatürk tarafından bir politika olarak ele alınmış ve doğurganlık ve nüfus artışını etkilemeye yönelik bir dizi kanun çıkarılmıştır.

Çocuk düşürmenin, gebeliği önleyici ilaçların ve bu ilaçların eğitimi ve propagandasının yasaklanması, altıdan fazla çocuğu bulunan annelere ikramiye ve madalya verilmesi ve kadınların düşük yapmasının yasaklanması yanında, yurt dışındaki Türklerin ülkeye göç etmesi gibi nüfus politikaları benimsenmiştir.

O dönemlere bakıyoruz; savaştan geriye bir enkaz kalmış; eğitim, sosyal imkanlar, sıhhî şartlar, hele ki istihdam alanları şimdikinden daha iyi değil. Ne var ki ulusal seferberlik için canla başla çalışılıyor ve bizim de hâlâ gururla söylediğimiz “10 yılda her yaştan 15 milyon genç” yaratılıyor(!) Yoksa dedelerimiz bizden daha zengindi de biz mi bilmiyorduk?
Aslına bakılırsa günümüzdeki “en az üç çocuk” tavsiyesi ile Atatürk'ün nüfus artışına dair hedefleri arasında ifade tarzlarından başka fark yok. Aynı nüfus politikalarının, sahiplerine göre farklı değerlendirilmesi, hele de bir tanesinin ısrarla “yatak odasına müdahale”, “ucuz iş gücü temini” ya da “baskıcılık” olarak algılanması hayret verici.
Demografik hesaplamalar Türkiye'de 2020 yılından sonra genç nüfusun azalacağını gösteriyor. Partiler, ideolojiler gelip geçer ama milletler yok olmaz. Kültürün devamı ve neslin devam edebilmesi için doğum oranının en az 2,11 olması gerekiyor. Çünkü 1 çocukta nesil sayısı her kuşakta yarıya, 2 çocukta ise daha az bir miktar aşağıya iniyor. Kısacası bir milletin ileride yok olmaması için minimum 2,11 çocuk yapılması bilimsel bir öneri. Bu arada %0,11'lik kısım ise doğum yapamayan/evlenemeyen bireyleri simgeliyor. Bu rakamı 3'e yuvarlayarak neslin devamı garantileniyor.


Bilimsel gerçekleri bir yana bırakıp konuya psikolojik açıdan bakarsak, tek çocuk sahibi olmanız halinde çocuğunuzun kardeşi olmayacağı gibi, torununuzun da ne teyzesi, ne dayısı olacak. Maddi durumumuz nasıl olursa olsun, bayram şekeri reklamlarında gördüğümüz o yalnız ve yaşlı çiftlerden biri olma ihtimalimiz çok yüksek.
Rockefeller'in “Bana göre nüfus kontrolü günümüzde atom silahlarının kontrolünden sonra ikinci en büyük önceliğimizdir” demesi, yine ABD'nin 1975 tarihli “Dünya çapında nüfus artışı, ABD'nin güvenliği ve deniz aşırı menfaatlerimiz” adlı projesinde nüfusunun tehdit oluşturacağını düşündüğü ülkelerden birinin de Türkiye olması, kafalarda soru işareti uyandırıyor.

Eski bakanlardan Hasan Celal Güzel, ABD'nin 12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren'e Türkiye'de doğum kontrolü yapılması ve bunun hükümet programına girmesi için baskı yaptığını itiraf ederken, “ Doğum kontrolünü hükümet programına koymamı istediler. Ben karşı çıkınca sabaha karşı 04.00'te Bakan İlhan Öztrak matbaayı bastı ve programa yazdı ” şeklindeki sözlerinin en az üç çocuk tavsiyesine uymasak dahi, bu tavsiyeyi acımasızca eleştirirken perspektifimizi biraz daha geniş tutmamızı sağlayabileceği inancındayım.