Yazımıza birkaç hatırlatmayla başlamak istiyorum. Ülkemizde 1980 -2002 yılları arasında kurulan hükümetlerin ömrü 10 ay ila 16 ay arasında.
1978, 1994 ve 2001 ekonomik krizlerinin üçü de koalisyon dönemlerinde yaşanmış.
Ülkemizde 1950 yılından beri tek başına iktidarların ortalama büyüme oranı %5.56 iken, koalisyon dönemlerinde bu oran %3.96. Ayrıca koalisyon ortaklarının sayısı arttıkça bu oran (-)lere düşüyor. (Mesela 1999-2002’de bu oran sadece %1.2)
Seçmenlerdeki “kim gelirse tek başına gelsin” endişesinin sebebi işte bu yaşanmışlıklar.
İstikrarın iki yönü var. Birincisi seçimlerin zamanında yapılması ve hükümetlerin gecikmeksizin kurulması. Diğer yönü ise, hükümetlerin vaad ettikleri politikaları yerine getirmelerine hiçbir olumsuz faktörün engel olamaması. Bir başka deyişle, iktidarın muktedir olması. Ekonomik/siyasî kriz risklerini, vesayetçi kuruluşların talimatlarını veya Cumhurbaşkanının vetolarını aşabilmesi.
Koalisyon demek, çok başlı ve istikrarsız yönetim demek. İstikrarsız bir ülkede kim yatırım yapar? Güçlü bir yürütmeye sahip olamayan ve terörle etkin mücadele yapamayan bir ülkede nasıl turizm geliri artar? Hangi banka istikrarsız bir ülkenin esnafına/yatırımcısına kredi verir? Hangi müteahhit yapacağı işin bedelini ödeyebileceğine dair kuşku uyandıran bir kamu kurumunun ihalesini alır? Bu ve benzer sorular gösteriyor ki istikrar, kalkınma hareketindeki kilit kelimelerden biri.
Koalisyon dönemi hikayelerine bakın, hiçbir parti başarısızlıktan kendine pay biçmez. Suçlu hep diğer ortak(lar)dır. Bu yüzden sorumlular ceza da alamaz. Yürütmedeki çift başlılık da hakeza böyle sonuçlar doğurur. Anayasa kitapçığı fırlatılınca bir senede tam 450 bin kişi işsiz kaldı. Faizler %6.000’e fırladı. Bunun sebebi Ecevit miydi yoksa Sezer mi? Yoksa başkası mı? Bilemedik. Çünkü mevcut sistemde yürütmede birden fazla yetkili var. Cumhurbaşkanı ayrı telden çalıyor, başbakan ayrı telden.
Şunu kesin olarak biliyoruz: Cumhurbaşkanlığı sisteminde koalisyon olmayacağı ve her daim hükümet tek başına iktidar (daha da önemlisi muktedir) olacağı için sorumluların bilinmesi. Hükümet, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte -milletvekillerinin dağılımından etkilenmeden- kurulabileceği için istikrar, istikrar, ve istikrar olacak. Meclis ve hükümet birbirinden etkilenmeyecek. Başka bir seçenek yok.
Biz Türk milleti olarak hep güçlü devletler kurduk. Bizi biz yapan güçlü devlet geleneklerimiz var. İşte bunu hazmedemiyorlar. Alparslan Han, Oğuz Kağan, Osmangazi, Fatih ve Atatürk… Her zaman tek lideri benimsemiş, tek liderle büyük işler başarmışız. Çoğulcu tercihle gelen bir tek lider = Güçlü, meşru ve hızlı yönetim demektir. Birileri bunun çok iyi farkında olduğu için istiyorlar, ki çift başlı bir yönetimde kavgalar krizler hiç bitmesin. Biz birbirimizi yerken, onlar da bizi kolay lokma haline getirsin.
Sürekli bir koalisyon tehlikesiyle yahut çift başlı yürütmede sürekli çatışma tehlikesiyle yaşamak mı? Yoksa halkın çoğunluğunun sandıktan her halükarda güçlü bir yürütme çıkarması suretiyle icraatlara ve kalkınmaya hız kazandırmak mı?
Seçim sizin…