Bundan yıllar önce bir kurumda başörtülü öğrenci ve bazı mütedeyyin personelin hukukî ve idarî anlaşmazlıklarında lehlerinde takındığım tutum üzerine kurum amirim "Sen başörtü-lü müsün ki onların haklarını savunuyorsun?" diye sormuştu.
Haftasonu Ankara dönüşü yanımda oturan ve ilk defa gördüğüm bayanın arkası gelmeyen hukukî sorularına cevap verirken, "Siz çok yardımseversiniz siyasetçi falan olmalıymışsınız" deyiverdi. Daha trajikomiği ise "Aslında siyasete de uzak değilim" dediğimde "Chp'li misiniz?" diye sormasıydı...
Yıllar geçmiş ama zihniyet aynı... Kalıpları bir türlü çıkarıp atamıyoruz zihnimizden. Belli bir yönde düşünmek ve uygulamak için illa o yönde bir aidiyetimizin, mensubiyetimizin olması mı gerekiyor?
Yoldaki taşı alıp kenara koymanın dahi bir takva sayıldığını unuttuk...Başörtülü/imam hatipli olmayan birinin eğitim özgürlüğünü, hayatında hiç hayvan beslememiş birinin hayvan haklarını, ömrü alkol şişeleri arasında geçmiş birinin ibadet özgürlüğünü savunması çok samimiyetsiz geliyor bizlere... Çünkü kalıplarımıza aykırılar. "İnsan"lık yeterli değil. Bizim kriterlerimize göre beyin taşımak için kafatası değil, kalıp lazım..
Bu yüzden de bir takım hakları ve sorumlulukları sadece bu kalıplardaki bireylere mahsus sanarak yanlış yüklemeler yapıyoruz. Yükü taşıyamadıklarını ve artık bize de zarar verdiklerini anlayamayacak kadar da bağlıyız ya da belki hatamızı görmekten geliyoruz. Herkesin kendi kalıbını kusursuz görmesi, hele de iletişim çevresini bu kalıpların dışına çıkaramaması ise acınacak bir durum.
Aidiyetlikleri, mensubiyetleri bırakıp bireylerin şahsî donanımlarına değer vermediğimiz müddetçe daha çok tartışacağız gibime geliyor. Senin kalıbın.. Benim kalıbım..