Geçtiğimiz hafta...
Bana verilen emaneti iletmek üzere Afganlı bir aileyi arıyorum...
Ailenin, en küçüğü 5 yaşında kalp hastası , en büyükleri ise memleketinde hukuk okumuş, ancak halen 45 TL yevmiye ile çalışıp ailesine bakmak zorunda olan 4 kızları var.
Baba yok...
Anne ve küçük çocuklar tek kelime Türkçe bilmiyor.
Türkiye'ye geleli 6 ay, buraya geleli 3 ay olmuş.
Aynı yollardan 3-4 kere geçiyorum.
Kimse aileyi tanımıyor.
Kapılarda iftarı beklerken muhabbet eden ve gün boyu yaptıkları ibadetin hediyesine nail olmayı uman kadınlarımızı görüyorum.
Ayrı ayrı soruyorum hepsine: "Burada Afganlı bir aile varmış...."
"Afganlıdan bol birşey yok" diyorlar yakınarak..
Bilmiyorlar 5 yaşındaki kalp hastası çocuk hangi kapının ardında ağlıyor...
Hangi virane bir harabat ehlini ağırlıyor?
Yarım saat sonra evin tam adresini öğrenip eve ulaşıyorum.
Evin halini anlatmak istemiyorum. Çocukları, o anayı hiç!
Çünkü onlara acıyıp da kendi iç dünyalarının fakirliğini unutanlar oluyor.
Emaneti teslim edip biraz muhabbetten sonra harabat ehlinin evinden ayrılıyorum.
Köşede durup, yol sorduğum teyzelere: "Evi buldum. Şurdaki evmiş.
Arada yoklarsanız memnun olurlar.
İlla da birşey vermenize gerek yok.
Hallerini sorun yeter" diyorum.
Teyzenin biri koşarak arabanın içine doğru sokuyor kafasını.
Belli ki diğerlerinin duymasını istemiyor.
Bana da yardım versene biraz diyor.
"-Şu an yanımda yok. Ama ihtiyacın varsa daha sonra getiririz.
Eşinin, senin maaşın yok mu?
-Eşim öldü. Aha şurda bi başıma kalıyom.
-65 aylığın, dul maaşın vardır. Yetmiyor mu?
-Hiçbir yerden maaşım yok.
-Nasıl olmaz teyze? Yasal hakkın. Sen bana adını soyadını ver de ben araştırayım. Maaş bağlatayım sana...
Teyze soyadını söylerken gözlerim yarım saat boyunca bütün numaralarını, adlarını ezberlediğim apartmanlardan birinin kapısında asılı olan mermer levhaya takılıyor: 'Teyzenin Soyadı Apartmanı!'
-Teyze sen burada mı oturuyorsun?
-He gızım.
-Peki bu apartman sizin mi?
-Yok gızım. Benim oğlanların oğlanların...."
Hemen yanıbaşımızda, defineye malik viraneler var..
Oysa bizim haberimiz yok.
O kadar düşmüşüz ki kendi derdimize...
Asıl dert neymiş haberimiz yok.
O kadar açız ki, açlık nedir haberimiz yok...
Bir selâmla kaç gönül doyar bilmiyoruz.
Tek hurmayı öğün yapan Peygamberin ümmeti,
Muhacirin lokmasına göz dikiyor...
Bu işte bir yanlışlık var dostlar..
Şimdi biz kime yardım etmeliyiz?
Onlara mı?
Yoksa kendimize mi?