Türkçemizde büyük tezatlıkları anlatmak adına kullandığımız bir deyimden bahsetmek istedim. Günlük hayatta genelde içi başka dışı başka olan unsurları ve olayları tanımlama açısından önemli bulduğum bir deyim.

Parçalan birbirine benzemeyen ve uygun olmayan, dolayısıyla bir işe yaramayan aparatlar hakkında veya giyim kuşam konusunda birbirine uymayan ve yakışmayan kıyafetler İçin altı kaval üstü şeşhâne deyimini kullanırız.

Altı kaval üstü şeşhane deyiminin hikâyesi:

Buradaki şeş-hâne kelimesinin İstanbul'da bir semt adı olan Şişhane ile herhangi bir alâkası yoktur ve Şişhane söylenişi yanlıştır. Çünkü, şeş-hâne diye namlusunda altı adet yiv bulunan tüfek ve toplara denir. Yivler mermiye bir ivme kazandırdığı için ateşli silahların gelişmesinde önemli bir yere sahiptir. Evvelce kaval gibi içi düz bir boru biçiminde imal edilen namlular, yiv ve set tertibatının icadıyla birlikte fazla kullanılmaz olmuş ve gerek topçuluk gerekse tüfek, tabanca vs. ateşli silahlarda yivli namlular tercih edilmiştir. Merminin kendi ekseni etrafında dönmesini ve dolayısıyla daha uzağa gitmesini sağlayan yivler bir namluda genellikle altı adet olup münhani (spiral) şeklinde namlu içini dolanırlar. Altı adet yiv demek, namlunun da altı bölüme (şeş hâne = altı dilim) ayrılması demektir ki halk dilinde şeşâne (şişane değil) şeklinde kullanılır.

Bu izahtan sonra üstü kaval, altı şeşhâne biçiminde bir silah olmayacağını söylemeyi zaid addediyoruz. Çünki kaval topların attığı gülle ile şeşhânelerden atılan mermi farklıdır. Keza kaval tüfekler ile fişek atılırken şişhane namlulu tabancalardan kurşun atılır. Bu durumda bîr silah namlusunun yarısına kadar kaval, sonra şişhane olması da mümkün değildir. Ancak yine de vaktiyle bir avcının, yivlerin icadından sonra çifte (çift namlulu) tüfeğinin kaval tipi namlularının üst kısımlarını teknolojiye uydurmak için şeşhâne yivli namlu ile takviye ettiğine dair bir hikâye anlatılır. Hattâ bu uydurma tüfek öyle acayip ve gülünç bir görünüm almış ki diğer avcılar uzunca müddet kendisiyle alay etmişler ve "Altı kaval üstü şeşhâne / Bu ne biçim tüfek böyle" diyerek kafiyelendirmişler. O günden sonra halk arasında bu hadiseye telmihen birbirine zıt durumlar için altı kaval üstü şeşhâne demek yaygınlaşmış ve giderek deyimleşerek dilimize yerleşmiştir

Gülünç duruma düşme sakın,

Altı kaval üstü şeşhane derler.

Uydurma libas, uydurma desen

Sokakta yürüyen divane derler.

(Alıntı)

Kimi insanlar maddi güçlerine güvenir. Bu tip insanların sadakat, dostluk ve mertlikten zerre miktar haberleri yoktur. Alınteri döken, şerefi ile ekmeğini kazanan insanların sadakatini dahi sorgular ve kendilerinden başka karga tanımazlar. Paralarından başka hiçbir şeyleri olmadığı için ; iki kişi dost-arkadaş ise bunu nasıl bozarım derdine düşerler. Bu düzenbazlıkları kendilerini toplumda en alta düşürmekten öte gidemez. Karşısındaki herkese bir kusur bulmak ve kendileri gibi güvensiz, çıkarcı, ikiyüzlü gevşek sanmak gibi bir huyu, karakter haline getirmişlerdir. Bir grupta vardır ki , herkese fesatlanan, milletin işine taş koymak için yırtmadığı yerini bırakmayan ,çıkar için dedi-kodu, gıybet, küfür, iftira ve yalana başvuran ; müslümanlığı kimseye bırakmayıp her türlü haram ve günahı çok rahat işleyen mahluklardır. Toplum bunların ciğerini bilir fakat,bunlar toplumun bunu bilmediğini zannedip dururlar.

İşin içine fesatlıkları ve hasetlikleri girince ne müslümanlıkları kalır ne insanlıkları. Kısacası toplum bunları hafızasına yıllardır kaydeder. Zoraki yollar ile iş yaptıkları herkesi yanlızlaştırır ve sonunda büyük zarar verirler. Söylemleri ile eylemleri hep çelişir. Karşılarındakilere attıkları tüm çamurlar ; aslında kendi içlerindeki pisliğin bir anlamda dışa yansımış halidir. Ne demiştik başta

Altı kaval üstü şeşhane…