Hiç şüphesiz yurdumuz deprem kuşağı üzerine ve kaçarımız göçerimiz de yok. Bu gerçek ile yaşamak ve de yaşamayı öğrenmek zorundayız.

Buna direnmek ya da görmemezlikten gelmek âdeta keskin sirke küpüne zarar verir misali bizde yeri ve zamanı geldiğinde hesap sorar. İşte bu aralarda bunu yaşıyoruz. Kahramanmaraş ve çevre illerdeki asrın felaketi sayılan deprem bir kez daha bizlere, yöneticilere ve sorumluluk sahibi olan herkesin kafasına vura vura kendini hatırlattı.

Depremin bize kendini hatırlatması ne bu ilk ne de son olacaktır. Daha önceden de Erzincan, Yalova, Marmara, Elazığ, İzmir gibi büyük ökçelerde hatırlatmıştı; üstelik yakın tarihlerde. Daha eski hatırlatmaları da şüphesiz var bundan takriben elli, elli beş yıl öncede hatırladığım kadarıyla memleketim olan Malatya’da at arabası üzerinde yattığımızı arabanın deprem sırasında gidip geldiğini ve çocuk aklım ile bunu hafızama kaydettiğimi hatırlıyorum.

Yıllar önce olan bu deprem gerçeğini o günlerde bizim oralarda daha ziyade kader olarak nitelendirilse de artık günümüzde bunun kaderden ziyade tedbirsizlik olduğu plansızlık, kural tanımamazlık, hesap kitap ve vicdandan yoksun olarak Allah’dan korkup kuldan utanmamadan ibaret olduğunu gördük; acı acı şahit olduk ne yazık ki olmaya da devam ediyoruz.

Şimdi sormadan geçemiyorum deprem bize geliyorum derken bizler neler yapıyorduk? Bu sorunun cevabını bilen varsa beri gelsin çünkü bu deprem gerçeğini düşüneceğimize aklımızı başka başka şeylere yorduk.

Olan oldu giden canlar gitti ateş düştüğü yeri yakmak ile kalmadı her tarafı yakıyor. Yıkılan evlerdeki dramların haddi hesabı yok. Zayi olan bunca emek, mal mülkün nasıl yerine konacak. Yıllarca bu depremin sonuçları hissedilecek. İllerin sosyoekonomik yapısı değişecek, göçler devam edecektir.

Bunun altında kalkmak ve eski düzeni yakalamak için hepimize çok iş düşüyor. Yerel yönetimlere de özellikle imar mevzuatı yeni baştan ele alınmalı ve bu günler asla unutulmamalıdır.

Zira yanacak bağrımızda yer kalmadı.