Yine bildiriler yayınlanıyor altına yazar, akademisyen ve sanatçı sıfatları eklenerek “barış” isteği dile getiriliyor. İnsanların her zaman “barış” istemelerini çok doğru bulur, takdir ederim, ama barış için düşündükleri yol ve önerileri elbette tartışır ve değerlendiririm. Ülkemizde ne zaman birileri barış adına bir şeyler yazsa bakarım ve görürüm ki, istenen barış değil, tersine savaşın bizi de içine alması, kuşatmasıdır… Kasıtlı mı yaparlar, bilmeden mi yaparlar bir şey diyemem ama şu kesin, bu kez de yine gerekçeler ve önermeler yanlış…

Yıllardan beri kendi halkına güç kullanan, bir milyonu aşkın insanını yok eden, bir milyonundan fazlasından haber alınamayan, yedi milyonu ülke sınırları dışında olan, ülke içinde kalanların dört milyonunun da hedef alınarak yok edilmek istendiği bir ülkeden bahsediyoruz.

Bu ülkenin toplam nüfusu ise 17 milyon…

Üstelik ülkesinin terketmek zorunda kalanların dört milyonu Türkiye’de… Yok edilmekle yüzyüze kalanların gidebileceği tek yer de Türkiye iken bu barış çağırıcıları neden yine Türkiye’yi hedef alıyor…

Bunların şu ana kadar Suriye’nin eli kanlı rejimine tek kelime ettikleri vaki değil.

Bunların hiçbir zaman Suriye’de bulunan emperyal güçlere söz söyledikleri görülmüş değil…

Suriye iç savaşının en büyük mağdurlarından biri haline gelen Türkiye’ye laf söylemekte pek mahirler…

Tane tane anlatmakta yarar var: Türkiye orada birkaç nedenle bulunuyor, birincisi burada kendileri de dahil herkesin gerçek bir barış ve huzur içinde, evlerinde rahat yataklarında uyumalarını, işlerine güçlerine devam etmelerini sağlayabilmek için…

Sınırlarımızın dışından ülkemize yönelik her türlü şiddetin, tehditin önlenebilmesi için…

İkinci olarak, bin yıl birlikte yaşadığımız insanlara kapılarımızı açmışız, imkânlarımızı paylaşmışız ve tüm dünya bu konu ile ilgilenmemiş, şimdi kapılarımızı açtığımız insanlar kadar bir nüfus daha ülkemize doğru sürülmek isteniyor, bunun içerde yaratacağı sosyal neticeleri görmemek mümkün değil.

Böyle bir ortamda insanları yerlerinde tutabilmenin yolu eğer onları ülkemize doğru itmeye çalışanlara karşı güç kullanmaktan geçiyor ise bu yapılmaktadır.

Tüm bunlar yapılırken de uluslararası hukuk neyi icap ettiriyorsa o çerçevede yapılmaktadır.

Ankara Antlaşması, Soçi ve Astana mutabakatlarına dayanılarak bu hareketler gerçekleştirilmektedir.

Bunlara uymayanlar Türkiye değil, altında imzası olup da askerimizi şehit etmeyi göze alacak kadar çıldırmış olanlardır.

Mehmetçiğin kanını akıtanların elbette ödemeleri gereken bir bedel vardır ve bu da ödetilecektir.

İmzacı kitleye şunu hatırlatmakta yarar var, Rusya’nın Suriye ile hangi sınırı var ki orada? ABD’nin Suriye ile hangi sınırı var ki orada?

Gücünüz varsa barış var demektir. Kalıcı bir barışın yolu güçten geçmektedir.

Suriye’de dokuz yıldan beri sistematik şekilde etnik ve mezhepsel bir arındırma yapılmakta, ülke nüfusunun önemli büyük kısmı ülke dışına itilmekte ve ülkenin bir paylaşıma konu olduğu en başından beri görülmektedir.

Aydın sorumluluğu her türlü haksızlığa, ayrımcılığa karşı durmayı gerektirir.

Burada aydınlarımızın durması gereken en samimi yer Suriye halkının kalıcı bir barışa ulaşması için ülkemizin ortaya koyduğu olağanüstü büyük çabaya destek olmalarıdır.

Şu ana kadar kırk milyar dolardan daha büyük bir parayı ülkemizde bulunan Suriyeli mağdurlar için harcamış bir ülkeye ne işiniz var Suriye’de diye sormak bir aydının, yazarın, akademisyenin, şairin, sanatçının işi değildir…

Aydın, kendi ülkesinin huzurunu, barışını ve refahını görmezden gelemez. Aydın gerçek ve kalıcı bir barış için yapılan bu olağanüstü çabayı, sergilenen samimiyeti eleştirme noktasında olamaz.

Son söz, biz orada olmaz isek onların buraları da bize bırakmak istemeyeceklerini Sputnik haberlerinde görmedik mi?