Yarın gece Peygamber efendimizin velâdetinin, dünyaya gelişinin, mevcudâtın O'nunla şereflenmesinin yıl dönümüdür.
Peygamber efendimizin babasının ve annesinin soyu dedelerinden Kilab'da birleşmektedir.
Rasûl-i Ekrem efendimiz hem anne, hem de baba tarafından kavminin en mümtâz, en asîl, en şereflisi ve en soylusudur.
İslâm tarihi ve Siyer kitaplarında anlatıldığına göre, Peygamber efendimizin babası Hz. Abdullah ile Annesi Hz. Âmine'nin evlenmelerinin ilk üç günü içerisinde, Pazartesi günü, annesi efendimize hamile kaldı. Böylece Hz. Âdem'den a.s. itibâren nesilden nesile geçen ve en son Hz. Abdullah'ın yüzünde parlayan Rasûlüllâh'ın nûru Hz. Âmine'ye intikâl etti.
O zaman Kureyşlilerin geleneğine göre bir erkek bir kadınla evlendiğinde birkaç gün de olsa zevcesinin, eşinin evinde kalırdı. Onun için Hz. Abdullah da Hz. Âmine ile evlendiğinde üç gün onların evinde oturdu.
Hz. Âmine Hatun'a Peygamber efendimize hamileliği sırasında rüyasında biri gelip:
"Ey Âmine! Sen bu ümmetin seyyidine, efendisine hamilesin! O yeryüzüne düştüğü (doğduğu) zaman: "(Üîzühû bil-Vâhıdi min şerri külli hâsidin) hased eden herkesin şerrinden O'nu Tek olan Allah'a sığındırırım, O'na ısmarlarım!" de ve kendisine Muhammed ismini koy!" demiştir.
Peygamber efendimiz henüz doğmadan babası Hz. Abdullah, ticaret maksadı ile gittiği Suriye'den gelirken Medine'de hastalanmış, orada dayıları olan Neccâr oğullarının yanında kalmış ve bir ay kadar hasta yattıktan sonra 25 yaşında iken vefât etmiştir. Böylece Peygamber efendimiz daha dünyaya gelmeden yetim kalmıştır.
Sevgili Peygamberimiz, Fil hâdisesinin meydana geldiği yıl, Fil vak'asından 50 veya 52 gün sonra Rebîülevvel ayının on ikinci gecesi, Pazartesi günü tan yeri ağarırken, kutlu bir seher vaktinde dünyaya geldi.
Milâdî takvime göre Peygamber efendimizin doğumu 571 senesi Nisan ayının yirmisine rastlamaktadır.
Kısaca, Kâinâtın sultanı bahar mevsiminde, tan yeri ağarırken, kâinât yeni bir sabaha, yeni bir bahara uyanırken doğdu.
O'nun doğduğu gece öyle fevkal'âde hadiseler vücuda geldi ki, o hadiseleri akıl, mantık ve idrak ölçüleri ile ölçmeye kalkışırsak olduğumuz yerde kalır, bir mesafe alamaz, bir menzile ulaşamayız!
Hârikul'âde halleri kabul edebilmek için, bildiğimiz kalıp ve kıstaslardan geçmek, yaşadığımız mîyar ve ölçülerin dışında bir takım olayların vukuunu kabul etmek, akla, mantığa bir hudut çizip o huduttan ötesinin de bulunduğuna inanmaktan başka çıkar yol yoktur.
Öyle değil mi? Dut yaprağının, ipek böceğinin marifetiyle dünyanın en göz alıcı elbiselerine hammadde olacak ipeğe, arının hüneriyle en müessir ilaçlardan daha tesirli bir şifa ve eşsiz bir tat kaynağı olan bala, bir koyunun ve sığırın makinelerinden geçerek, bembeyaz süte dönüştüğünü akıl ve mantıkla nasıl izah eder, nasıl açıklayabiliriz?!..
Onun için O'nun her mucizesine olduğu gibi, doğumunda da meydana gelen hâdiselere inanmak, sevgililer sevgilisine olan bağlılık ve muhabbetimizi daha bir perçinlemeye çalışmak, niçin ve nasılları dimağımızdan, fikrimizden uzaklaştırmak, şek ve şüpheleri iman semtimize sokmamak durumundayız!
Şimdi O'nun doğumunda meydana gelen hadiselerden küçük bir kısmını hatırlayarak, o hadiselerle O'na olan sevdâmızın, bağlılığımızın üzerinde ki toz ve dumanları temizlemeye çalışalım:
Hz. Âmine Hatun anlatıyor: "Doğum ânı yaklaştığında evde yalnızdım. Birden kulağıma müthis bir sadâ geldi. Anlaşılmaz bir sadâ! Korkumdan olduğum yerde kalakaldım! O anda bir ak kuş peydahlanıp kanadı ile arkamı sığadı! İçimde korku diye bir şey kalmadı. Yanıma bir göz attım, beyaz bir kâse içinde bir şerbet uzattılar. Alıp içtim. İçer içmez bir nûr çağlayanı içine düştüm! İşte o ân baktım ki, Abd-i Menâf kabilesinin kızlarına benzeyen bazı kadınlar etrafımda dolanıyor! Her biri hurma ağacı gibi uzun boylu, hurî gibi güzel! Hayretler içinde kaldım:
"Ya Rabbî! Bunlar da kim?" Diye Hz. Allah'a yalvardım!"
Yine Hz. Âmine annemiz anlatıyor: "Tam doğum zamanı gördüm ki, bir bayrak doğuda, bir bayrak batıda, bir bayrak da Kâbe'de! Oğlumu dünyaya getirdim, bir de ne göreyim? Oğlum secdede, Şehâdet parmağı göğe doğru! O anda yavrum, bembeyaz bir bulut içinde kayboldu! Bir ses yankılandı:
"Doğuyu ve batıyı dolaştırın! Deryaları gezdirin! Tâ ki, (doğu ve batıda, zerreden kürreye bütün mevcudât, kâinatta bulunanlar) Allah'ın Rasûlünü ismiyle, sıfatıyla ve suretiyle bilip, tanısınlar!"
Efendimizin doğumunda bulunanlardan Hz. Fâtıma bint-i Abdullah r.a. anlatıyor:
"Rasûlüllah'ın doğumunda annesi O'nu dünyaya getirirken yanında bulunmuştum! O gece evde hangi eşyaya baksam o eşyanın nurlandığını, evin içinin nurla dolduğunu görüyordum!"
"Yıldızların bana yaklaştığını, semadan sarktığını görüyor, şimdi üzerime düşecekler diyordum!"
Doğumda Hz. Âmine Hatunun yanında bulunan ve mukaddes yavruyu kucağına alan Hz. Abdurrahman b. Avf'ın r.a. annesi, efendimizin süt annesi Hz. Şifa r.a. Hatun anlatıyor:
"Allah'ın Rasûlü dünyaya geldiği zaman O'nu ben aldım! Ellerimin üstüne düştü. O ân kulağıma bir avaz geldi:
"Allah'ın rahmeti sana olsun!"
"Baktım ki, doğudan batıya her yer nurla kaplı! Hatta Rum illerinin saraylarını gördüm! Bu halden silkinip, Allah'ın Rasûlünü emzirdim ve yatırdım! Yine acâip bir hale düştüm! Titremeğe başladım, gözlerim karardı! Yavrucağı görmez oldum! Bir konuşma oldu:
"Nereye gitti?"
"Doğuya götürdüler!
"Bu konuşma kalbimden hiç silinmedi ve hep içimde çınladı. O güne kadar ki, O'na Peygamberlik geldiği zaman iman edenlerin arasına hemen katılıverdim!"
Peygamber efendimiz doğarken yeni doğan bebeklerin yere düştükleri gibi düşmeyip dizlerinin üzerinde ellerini yere dayamış, başını gökyüzüne kaldırmış olarak doğdu.
Rasûlüllah doğduktan sonra, o günkü Kureyş âdetlerine göre sabaha kadar üzerine kapatılan büyük bir çanağın yarıldığı ve o yarık yerden efendimizin gözlerini semaya diktiği görüldü! O zaman orada bulunanlar:
"Doğrusu biz bunun gibi bir çocuk görmedik!" dediler.
Velâdet gecesinde meydana gelen Hârikulâde hallere vâkıf olanlardan birisi de Peygamber efendimizin halası Hz. Safiyye r.a. hatundu. O, yaşadığı en müstesnâ gecede gördüklerini şöyle anlatıyor:
"(Yeğenim) Hz. Muhammed'in doğduğu sırada her tarafı bir nûr kapladı. O doğar doğmaz alnını secdeye koyup secde etti, mübârek başını kaldırıp anlaşılır bir şekilde:
"Lâ ilâhe illallah, innî Rasûlüllâh =Allah'tan başka ilâh yok! Hiç şüphesiz ben Allah'ın Rasûlüyüm!" dedi. O'nu yıkamak üzere hazırladığımda:
"Biz O'nu yıkadık, dünyaya tertemiz gönderdik." denildi. O sünnet olmuş, göbeği kesilmişti."
"O'nu kundağa sarmak üzere ellerimin üzerinde çevirdiğim zaman sırtında kürek kemiklerinin arasında ve iri bir ben büyüklüğünde bir mühür gördüm. Mühürün üzerinde (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlüllâh) yazılı idi. Doğar doğmaz secde eder gibi yüzünün üzerine kapandığı sırada kulağıma, iyice dikkat edildiğinde işitilecek sesler geldi. Minnacık dudaklarıyla neler mırıldanıyor diye kulağımı mübârek ağzına yaklaştırdım;
"Ümmetî, Ümmetî (Ümmetim, ümmetim)!" diyordu..."
O gece daha birçok hadise meydana gelmiştir. Biz şimdilik bu kadarla iktifâ ediyoruz.
Aslında her Müslüman'ın evinde, Peygamber efendimizin, O'nun Ehl-i Beyt'inin, Dört Büyük halifenin, Eshâb-ı kiramın hayatını, Onların yaşadığı İslam'ı anlatan kitaplar olmalı, düzenli bir şekilde, mutlaka çoluk, çocuğumuzla birlikte okumalı, okuduklarımızı hayatımıza tatbik edebilmek için çaba sarf etmeliyiz.
Hz. Allah cümlemize Peygamber efendimizi tanımak, O'nun yolunda olmak, Mahşer meydanında da O'nun etrafında halkalanan ümmeti arasında yer alabilmek nasip eylesin!
Yüce Rabbime dua ve niyazım:
Peygamber efendimizin velâdetinin sene-i devriyesi, milletimiz, memleketimiz ve baştanbaşa bütün bir İslâm âlemi ve bütün bir dünya için nice hayırlı doğumlara, bitmez sabahlara, dertsiz ve tasasız günlere vesile olsun!
Bütün okuyucularımın ve bütün Müslümanların Velâdet kandilini tebrik ediyorum.