Hz. Allah c.c. kullarının kendisine yaklaşması, yakınlaşması, kendi katında makam ve mevkilerinin yücelip yükselmesi için imkânlar halk eder, sebepler yaratır. Kulu ile kendi arasında bulunan bütün engelleri, yokuşları, tümsek ve kasisleri ortadan kaldırmak, Zât-ı Akdes’ine çıkan yolları kolay etmek için bahaneler bulup, çareler vücûda getirir.

Rabbimizin ifadesiyle; Kul, Hz. Allah’ın emirlerini yerine getirdiği, ibâdet ve taatla, evrâd-u ezkârla meşgul olduğu müddetçe Hz. Allah’a yaklaşır. Hz. Allah ile kul arasında meydana gelen bu yakınlaşma, Rabbimizin kulunu sevmesine sebep olur. Hz. Allah, kulunu sevdiği zaman, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı, anlayan kalbi ve konuşan dili olur.

Bir takım sebeplerle Hz. Allah c.c. ile kulu arasında meydana gelen kurbiyet neticesinde, Hz. Allah’ın; “Ben size şah damarınızdan daha yakınım!” düstûrunun sırrı tecelli etmiş, mahiyeti anlaşılmış olur. Bu sayede kul, devamlı Hz. Allah’ın murakabesi altında olduğunun idraki ve şuuru ile bütün hareketlerine çekidüzen verip, hayatını kendisinden zevk alınır, haz duyulur bir hale getirir.

Kurban kesmek de Hz. Allah’a yakın olmak, her zaman Kendisine yakın olduğumuzu ifade etmek maksadıyla yerine getirilen vacib bir ibadet, bir kulluk vazifesidir.

Kurban kelimesi, lügat itibariyle yakınlık, yakın olmak, yaklaşmak manalarına gelir. İstilâhta ise, Rağıb İsfehânî’nin tarifine göre Kurban; ‘Kendisiyle Hz. Allah’a yaklaşılan şey demek olup, Hz. Allah’a yaklaşmak için Kurban Bayramında kesilen hayvan’ın ismidir.

Kurban; Hz. Allah’ın c.c. “Kurban kes!” (Kevser Sûresi Âyet: 2) emrine imtisâl ederek, kurban olmaya lâyık olan hayvanı, (vasıfları ve yaşı kurban olmaya uygun olan davar, sığır ve deve) kesmek demektir.

Bir kimse kurban kesmeyip onun yerine hayır ve hasenât yapmakla, kurban parası ile muhtaç durumda olan insanların ihtiyacını gidermekle, fakirin yiyecek ve giyeceğini temin etmekle, (bunların tamamı ve daha fazlası yapılması gereken vazifeler ve vecibeler olmakla beraber) kurban kesmiş olmaz! Birileri; “böyle de kurban kesilmiş olur!” dedi diye olmayan bir şey olur hale gelmez.

Yerine getirmekle mükellef bulunduğumuz her ibadetin şekli, usulü, vasfı, teşrî sebebi ve hikmeti ayrıdır. Binâen aleyh, sabahtan akşama kadar oturup, namazda okuduğumuz Fatiha’yı, Kur’ân-ı Kerimin bütün surelerini, tesbîhâtı, tahiyyâtı, salavât ve diğer duaları binlerce kez okumuş olsak bir tek rek’at namaz kılmış olmayız! Günlerce perhiz yapıp, yemekten içmekten uzak durmakla oruç tutmuş sayılmayız.

Kurban kesmek ayrı, insanlara yardım etmek, ihsanda bulunmak, fakirin elinden tutmak, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını karşılamak ayrı şeylerdir. Bir insan servetinin tamamını Allah yolunda dağıtsa kesinlikle kurban kesmiş, kurban kesmekle mükellef olan kimse, mükellef bulunduğu kurban borcundan kurtulmuş olmaz.

Bir de, dünyanın dört bir yanında mâsum ve mazlum insanlar hunharca boğazlanıp kanları ırmaklar gibi akıtılırken, körpe çocuklar acımasızca katledilip kanları heder olurken, modern silahlar sırf insan neslini ortadan kaldırmak, kurutmak için icat edilirken, toplar, tüfekler, bombalar ölüm kusarken, âdetâ göklerden sağanak halinde ölüm yağarken ağzını açmayan, sesini çıkarmayan istifini bozmayan, zevk ve eğlencesinden vazgeçmeyen, kılı kıpırdamayan sözde hayvansever (!?) bay ve bayanların her kurban bayramında, kurban edilecek hayvanlara sinelerini açıp merhamet hislerinin kabarmasına, Müslümanların yalnız Hz. Allah’ın bir emrini yerine getirmek için kestiği kurbana karşı çıkıp toplu hayvan katliâmından (!) bahsederek,ortalığı velveleye vermelerine ne demeli?

Yüce dinimiz, objektif bir nazarla tetkik edildiğinde görülecektir ki, Müslümanlar olarak biz, yalnız insanlara ve hayvanlara değil, canlı cansız bütün varlıklara kıymet ve değer veren, hiçbir canlının incinmesini, incitilmesini istemeyen, baştanbaşa bütün dünyanın sulh-u salâhını, kâinât’ın nizam ve intizamını arzu eden mükemmel bir dinin mensuplarıyız.

Yine biz, “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim!” buyuran, Mekke’nin fethine giden orduya, askerlerin, geçtiği güzergâhta yavrulayıp yavrularının üzerinde yatan köpeğin rahatsız edilmemesi için, “yolunuzu değiştirin!” diye komut veren ve köpeğin başına bir nöbetçi dikerek koca bir ordunun yolunu değiştiren, “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u!” diyerek, bir dağa bile sevdalanan, Mescid-i Nebevî’de uzun süre kendisine yaslanarak hutbe okuduğu kütükten ayrılması üzerine, arkasından çocuklar gibi ağlayıp âdetâ hıçkırıklara boğulan kütüğü elleriyle okşayıp teselli edecek kadar şefkat, merhamet ve tevâzuun zirvesine çıkan, bir kadının, kediye yaptığı eziyetten dolayı, “falan kadın bir kedi yüzünden cehenneme girmeyi hak etti!” buyuran bir Peygamberin ümmetiyiz.

Netice olarak, insan haklarına da, hayvan haklarına da en büyük kıymet ve değeri mensubu bulunduğumuz dinimiz vermiştir.

Kurban kesme emrinin mahiyeti incelendiği zaman, Hz. Allah’ın rızası ve O’nun yüce emrinin ifası için kurban keserek kan akıtmanın, insanın fert ve cemiyet olarak başına gelecek nice felaket ve musibetlere kalkan ve perde olacağı, inanan bütün insanların sırf Hz. Allah’ın rızasını elde etmek için Kurban kesip kan akıtmakla, sel gibi akan insan kanının önüne geçileceği öğrenilecek ve görülecektir.