Koronovirüs (Kovid-19) dünyayı kasıp kavuruyor. Pek çok şehirde sokağa çıkma yasağı var, ekonomik faaliyetlerin önemli bir kısmı durdu. Tüketim devam ediyor. Eldeki stoklarla mal ve hizmet sunumu biraz daha devam eder. Peki, işin sonu nereye varır? Büyük resesyon, ekonomik kriz, işsizlik kapıda.
Herkes bir gelecek projeksiyonu peşinde. Bireysel olarak, toplumsal olarak ve küresel olarak olarak etkilerini hesap etmeye ve planlamaya çalışıyorlar...
Dünya tarihinde pek çok kez salgınlar ve bunlara bağlı yüksek sayıda can kayıpları yaşandı. İnsanlık bu dönemlerin de etkilerini birlikte göğüsledi. Geçmişte de salgınlar din, dil, ırk, cinsiyet, yaş dinlemiyor ve bulaştıkları toplumları perişan ediyordu. Günümüzde de aynı.
Geçmişin farkı, bu kadar hızlı yayılmıyordu. Fakat bu kadar sağlık tesisi ve elemanı yoktu, ilaç eczacılık ve tedavi hizmetleri bu denli gelişmemişti...
Dert büyük, dermanı da var. Bugün için tam bir tedavi yöntemi tanımlanmamış olsa da, geçmişin vebasından, karahummasından, kolerasından, İspanyol gribinden daha iyi bir ortamın olduğunu kabul etmek lazım...
Onlar yaşandığı dönemlerde insanlık tedavilerini bulamamıştı... Salgınları da önleyebilmiş değildi.
Şimdi hiç değilse, pandemi yani küresel salgın olarak nitelendirilen bu hastalığa karşı etkin ve verimli önlemler almak amacıyla tüm ülkeler birbirleriyle irtibat içinde hareket edebiliyorlar. Eş zamanlı kararlar alabiliyor ve bilgi paylaşabiliyorlar.
Aksi bir durum insanlığın çok büyük zarar görmesine yol açar ki, hastalığın yayılımına bakınca hiçbir ülkenin, devletin, toplumun veya bireyin işin kendisini ilgilendirmediğini söyleyebilme şansı kalmıyor.
Hastalık her dinden, etnisiteden, cinsiyetten, yaştan, meslekten insanları çok kısa sürede yakalayabiliyor ve etkiliyor.
Ölümler küresel çapta yirmi bini aştı. Çoğunlukla yaşlı ve bağışıklık sistemi zayıflamış insanlar deniyor. Kurtulanlar da oluyor. Kurtulanların ise bünyelerinde kalıcı olduğu düşünülen tahribatlardan söz ediliyor.
Ülkemizde de kaynak ülkeye göre geç gelmekle birlikte her geçen gün yeni tanılar konuluyor ve yeni ölüm vakaları ile karşılaşılıyor.
Okulları uzaktan eğitime geçirdik. Sadece biz değil, dünyanın neredeyse bütün üniversiteleri ve okulları bu uygulamaları benimsedi.
Ülkemizde de gelişmiş ve akademik sıralamada en önde olan üniversitelerle taşra üniversiteleri arasında bir yöntem farkı kalmadı. Fark artık bazılarının alt yapılarının bu eğitime daha önceden hazır olmasında. Diğer üniversitelerimiz de hızlı bir şekilde bu altyapıyı kurmak zorunda.
Teknoloji uzaktan öğretime, sanal sınıflara imkân veriyor. Üniversitelerimizin çoğunun alt yapısı müsait, olmayanlar için de eğitim öğretimi sürdürmeleri için alternatif yollar öneriliyor.
Olması gereken budur. Eğitim öğretim süreçleri sıkıntıya girse de bir yol bulunup devam ettirilmeliydi ve insanlarımızın bu iklimden etkisi en aza çekilmeliydi. Eğitim öğretimi sürdürme çabamız bu zor dönemin bize getireceğini bildiğimiz, gördüğümüz kayıpları en aza indirmek içindir.
İnsan kaynağını kaybeden bir ülke tüm geleceğini kaybeder. İnsan kaynağımızı kaybetmemek için eğitim şart. Çocuklarımızın ve gençlerimizin iyi yetişebilmesi için bu ağır dönemlerin tam bir kayıplara dönüşmemesi için tedbirli olmak gerekiyor.
Okulları mecburen evlere taşıyacağız. Öğrencilerimizi, ailelerimizi ve öğretmenlerimizi bu sistem içinde tutmak gerçekten büyük bir fedakârlık istiyor.
Bu arada biraz da kendimizi için konuşalım.
Moral bozacak, mukavemet azaltacak hiçbir söylentiye, düşünceye ve yoruma itibar etmemek gerekli.
Yetkili ağızlardan duymadıkça gelen her bilgi teyide muhtaç ve dolayısıyla doğruluğu kuşkulu olarak görülmeli.
Önerilen her bireysel hijyen ve salgının kırılması önlemi titizlikle uygulanmalı.
Sosyal medya hayatımıza fena halde girdi, bağımlılığa dönüşmemeli, bizi virüsten daha fazla etkilemesine izin verilmemeli.
Kendimize okuma programı yapmalıyız. Evde kaldığımız anları kazanca dönüştürmeliyiz.
Çok yiyip içmemeli, gerektiği kadar yiyip ev içinde olabildiğince hareket ile obeziteden ve aşırı kilodan korunmalıyız...
Ama Anadolu irfanının, aziz milletimizin yüce imanının o engin hoşgörüsüyle ifade etmek lazım: "Bu da geçer ya hu!"